sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
DOLAR 42,4535 0.01%
EURO 49,6865 0.26%
ALTIN 5.734,01-0,10
BITCOIN 3944048-0.07078%
Eskişehir

KAPALI

SABAHA KALAN SÜRE

Ali KUŞ

Ali KUŞ

30 Kasım 2025 Pazar

Ankara’nın “Demir Yumruklu” Valisinin Trajik Sonu

Ankara’nın “Demir Yumruklu” Valisinin Trajik Sonu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Paşanın Oğlu Katil Oldu, Tandoğan İntihar Etti: Ali Kemal’i Ankara’ya O Kaçırdı

9 Temmuz 1946 sabahı Ankara’dan yükselen tek bir tabanca sesi, sadece bir insanın değil, aslında bir dönemin de defterini kapattı. Yaklaşık on yedi yıl boyunca başkenti demir yumrukla yöneten Vali Nevzat Tandoğan, kendi evinde, kendi tabancasıyla hayatına son verdi. Geride ise sadece bir intihar hikâyesi değil; otoriter bir devlet zihniyetinin hem yükselişini hem çöküşünü gösteren bir hayat bıraktı.

Bugün Tandoğan denince çoğu kişinin aklına “Ulan öküz Anadolulu!” cümlesi, “Komünizm gerekirse onu da biz getiririz” sözleri ve köylüye Kızılay’ı yasaklayan uygulamaları geliyor. Ama hikâye oralarda başlamıyor. Saraybosna’dan İstanbul’a göçmüş bir muhacir ailenin çocuğu o. Milli Mücadele’nin kritik günlerinde polis müdürü. Ali Kemal’i tutuklayıp Ankara’ya götüren ekibin içinde. Esat Paşa’nın yanında polislik yapan, sonra İsmet İnönü’nün himayesiyle Malatya’ya vali ve ardından Ankara’ya “tek adam” olarak atanan bir bürokrat.

Ailenin hikâyesi bildik bir Balkan göçü aslında. Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan tarafından işgal edilince, Müderrisoğlu ve Sipahioğlu aileleri İstanbul’a sığınıyor. O iki muhacir aile evlatlarını evlendiriyor ve 1894’te Abdullah Nevzat dünyaya geliyor. Babası hukukçu, annesi köklü bir aileden, dedesi ise gazeteci çevreleriyle iç içe. Yani hem muhacirlik acısı hem “okumuş kesim” havasi bir arada. Nevzat iyi okullarda okuyor, hukuk bitiriyor. Genç yaşta siciline “Emlak ve servetim yoktur” diye not düşecek kadar mütevazı imkânlarla hayata atılıyor.

Bir süre öğretmenlik yapıyor ama tercihini hızla değiştiriyor. İstihbarat subayı olarak edindiği deneyim, yüksek maaş imkânı ve hukuki bilgisi onu polisliğe çekiyor. O kararla birlikte, hayat yolunun daha sert, daha otoriter bir hatta girdiğini söylemek abartı olmaz.

Mondros sonrası işgal altındaki İstanbul’da, Nevzat Bey 1. Şube Müdürü olduğunda sahneye ilk büyük dosyalar çıkıyor. Ali Kemal’in tutuklanması ve Ankara’ya sevki meselesinde görev alan ekipte o da var. Ali Kemal’in İzmit’te linç edilmesi olayı belki de ilk büyük tecrübesi. Bir yandan “vatan hizmeti”, öbür yanda kalabalığın eline bırakılan bir tutuklu… 

Bir başka kritik görevde, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularından Sait Molla’yı takibe alıp evinde ve yazıhanesinde İngiliz istihbaratıyla ilişkilerini ortaya çıkaran belgeleri buluyor. Böylece milli mücadele karşıtı bir şebekenin çökertilmesinde rol oynuyor. Bu operasyonlarla “iş bitiren polis müdürü” imajını pekiştiriyor.

Esat Paşa görevden ayrılınca polislikten istifa ediyor. Belediye işlerine geçiyor, Adalar İdaresi’nde görev alıyor ve hayatının dönüm noktasıyla orada karşılaşıyor: İsmet İnönü. Adalar’daki sert ama düzenli idaresiyle İnönü’nün dikkatini çekiyor. Kısa sürede Malatya Valiliği’ne atanıyor. Henüz 31 yaşında. Salgınla mücadele, asayiş sorunları, meyhaneleri disipline etme, kabadayıları askeri mahkemeye yollama… Bir yanda kamu düzenini sağlayan, öte yanda “güzelleştirme” uğruna ceviz ağaçlarını kestiren, tarihi mezar taşlarını kaldırım yaptıran bir vali profili. Ankara’da ileride göreceğimiz çizginin ilk versiyonu.

Sonra sıra başkente geliyor. 1929’da Ankara Valisi ve Şehremini olarak atanıyor, ardından belediye başkanlığı, CHP il başkanlığı, imar heyeti başkanlığı… Kısacası, Ankara’daki hemen her karar mekanizması tek bir isimde toplanıyor. Tahtakale yangınıyla sarsılan, gece yarısı Atatürk’ün bile gelip izlediği, yüzlerce evin kül olduğu Ankara, onun döneminde hızla yeniden inşa ediliyor. Şehir planı uygulanıyor, yollar, okullar, stadyum, enstitüler yapılıyor. Beton ve kurumlar açısından bakarsak, “Ankara’nın mimarlarından biri” etiketi haksız değil.

Ama hikâyenin karanlık yüzü tam da burada başlıyor. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun verdiği olağanüstü yetkilerle, Tandoğan fiilen sıkıyönetim havası estiriyor. Sarhoşların kamyonla şehir dışına atılması, sigara paketi testiyle sokak temizliği kontrolü ve köylü kıyafetli insanların Kızılay ve Ulus’tan uzak tutulması… Hepsi “düzen” adına. Basına baskı, gazetecilerin sürülmesi ve eleştirel yazılar nedeniyle tabanca gösterilecek kadar ileri giden bir valilik pratiği.

Bir yandan Ankara’yı “vitrin şehir” yapmaya çalışan, lâkin öte yandan halkı vitrine yaklaştırmak istemeyen bir zihniyet. “Ulan öküz Anadolulu” cümlesi ve “Milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız, komünizm gerekirse onu da biz getiririz” sözleri, bu bakışı özetliyor. Halkın rolü, mahsul yetiştirmek ve çağrıldığında askere gitmekle sınırlanıyor. Döneme dair hatıratlardaki algısı böyle.

Tandoğan’ın ilişkiler ağının merkezinde ise İnönü var. Malatya’ya, Ankara’ya hep onun referansıyla geliyor. Atatürk’ün “Tandoğan” soyadını vermesi ve İran Şahı’na “sadık bir çocuğumdur” diye tanıtması elbette önemli, ama Nevzat Bey kendini esas İnönü’ye borçlu hissediyor. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bile haftalık yemeklerle İnönü’nün “koruyucusu” gibi davranması, bu kişisel sadakatin boyutunu gösteriyor.

İkinci Dünya Savaşı yılları, hem Ankara hem Tandoğan için en yıpratıcı dönem. Kıtlık, karne, stokçuluk, karaborsa, konut krizi… Milli Korunma Kanunu’nun verdiği imkânlarla Ankara’nın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken, başka şehirler aleyhine aldığı kararlarla eleştiriliyor. Erkek nüfus askerlikte, üretim düşüşte, fiyatlar fırlamış. Bir yanda yokluk, diğer yanda katı bir otorite.

Fakat asıl kırılma, 1945’teki “Ankara Cinayeti” ile geliyor. Doktor Neşet Naci Arzan’ın muayenehanesinde vurulması, genç Reşit Mercan’ın teslim olup “veremim, rapor vermedi” hikâyesine sarılması, jet hızında açılan dava, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet’in işin içine karışması… Reşit’in kullandığı tabancanın Haşmet’ten çıkması ve Haşmet’in Tandoğan’ın özel kaleminde görev yapması, dosyayı bir anda “sıradan cinayet” olmaktan çıkarıyor.

İlk davada Reşit ağır ceza alıyor, Haşmet sembolik bir cezayla kurtuluyor. Ama basın ve kamuoyu ikna olmuyor. Yargıtay’ın kararı bozup davayı Bolu’ya göndermesi, ikinci perdenin açılması demek. Bu kez Reşit ifadesini değiştiriyor, asıl katilin Haşmet olduğunu, kendisine baskı yapıldığını, savcı ve polis tarafından tehdit edildiğini ve Tandoğan’ın makamına çağırıp yönlendirdiğini iddia ediyor.

Belki bu iddiaların tamamını bugün doğrulamak zor. Ama bildiğimiz şu: Ankara’daki soruşturma sürecinde, Reşit’in gerçekten de Vali’nin makamına çıkarıldığı, Emniyet müdürlerinin bunu doğruladığı, Tandoğan’ın “katili bizzat görmek istedim” diyerek kendini savunduğu. Ve bir zamanlar herkesin önünde eğildiği bir valinin, bu kez Bolu Adliyesi’nde koridorlarda bekleyip çapraz sorguya alınması.

Tam da burada, kişisel gurur ile rejimin darbeleri üst üste geliyor. On yedi yıllık yoğun valilik dönemi, tek parti kadrosu içinde beklediği siyasi terfiyi alamaması, bakanlık hayalinin boşa çıkması, İnönü’nün kendisine mesafe koyması, özel hayatına dair dedikodular, seçim sürecinde CHP’nin gidişatını eleştirdiği için azar işitmesi… Ve son olarak, İnönü’den “mahkemeye çağrılmaktan kurtarılma” yönünde beklediği jestin gelmemesi.

Bolu’daki duruşmadan döndükten sonra Adalet Bakanı’na şikâyet edip “beni sanık gibi sorguya çektiler” diye dert yanması, ertesi sabah tabancaya davranması tesadüf değil. Birkaç dostuna evrak dolu bir çanta emanet etmesi, aslında vedaya hazırlandığını gösteriyor. Ailesinin “Onu İsmet Paşa’nın tavrı öldürdü” demesi abartılı bulunabilir ama Tandoğan’ın dünyasından bakıldığında duyguyu anlatıyor: Sadakat gösterdiği kişi tarafından yalnız bırakılmışlık hissi.

İntihar haberi, gazetelerde farklı tonlarla yer buluyor. İktidar yanlısı manşetler, onu “şerefine yapılan tecavüzlerin kurbanı” diye anlatıyor; muhalif kalemler özel hayat, rejim içi çatışmalar, seçim atmosferi üzerinden daha karmaşık bir tablo çiziyor. Cenazesinde ise tam bir devlet töreni var: Hacı Bayram’da kalabalık, top arabasında tabut, askeri birlikler, diplomatlar… “Atatürk’üne kavuştu” cümleleri, onu rejimin şehidi gibi anlatan bir dille birleşiyor.

Peki geriye ne kalıyor? Bir zamanlar adının verildiği Tandoğan Meydanı, yıllar içinde önce kısaltılıyor, sonra tamamen silinip Anadolu Meydanı yapılıyor. Ama Ankaralıların hafızasında “Tandoğan” uzun süre yaşamaya devam ediyor. Cebeci’deki sade mezarı ise, güçle dolu bir hayatın ne kadar sessiz bir noktada bittiğini gösteriyor.

Nevzat Tandoğan’ın hikâyesi, tek parti döneminin ayna tutan bir özeti aslında. Bir yanda idealizm, şehir kurma iradesi, Millî Mücadele’ye katkı; öte yanda hukuku eğip büken bir otorite, halka tepeden bakan bir elitizm, basına ve muhalefete tahammülsüzlük. Tandoğan’ın trajedisi, bu yüzden sadece bir kişinin hikâyesi değil; devlet–otorite–demokrasi dengesine dair hâlâ kulak verilmesi gereken bir uyarı metni gibi duruyor.