sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
DOLAR 42,4515 0.07%
EURO 49,2274 0.19%
ALTIN 5.675,140,72
BITCOIN 37038340.5784%
Eskişehir
10°

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

“Osmanlı Dürzileri ve Acı Bir Aşk Hikayesi”

“Osmanlı Dürzileri ve Acı Bir Aşk Hikayesi”

ABONE OL
Kasım 19, 2025 21:08
“Osmanlı Dürzileri ve Acı Bir Aşk Hikayesi”
0

BEĞENDİM

ABONE OL
" />

İçinde Abdülhamit Geçen Aşk Hikayesi

Kerem ile Aslı’yı, Ferhat ile Şirin’i, Leyla ile Mecnun’u biliyoruz. Hep aynı temel hikâye: çok büyük bir aşk, daha da büyük engeller ve çoğu zaman kavuşamayan iki insan. Ama bugün anlatacağım hikâye, masal değil; gerçek. Üstelik içinde hem Lübnan dağları hem Dürzi toplumu hem de II. Abdülhamid var. Necla ile Emin Macid’in hikâyesi bu.

Kerem ile Aslı’yı, Ferhat ile Şirin’i, Leyla ile Mecnun’u biliyoruz. Hep aynı temel hikâye: çok büyük bir aşk, daha da büyük engeller ve çoğu zaman kavuşamayan iki insan. Ama bugün anlatacağım hikâye, masal değil; gerçek. Üstelik içinde hem Lübnan dağları hem Dürzi toplumu hem de II. Abdülhamid var. Necla ile Emin Macid’in hikâyesi bu.

Osmanlı arşivlerinden çıkmış bu aşk hikâyesi bence sadece romantik bir dram değil; imparatorluk, tarikatlar, misyoner okulları, aile otoritesi ve bireysel özgürlük arasındaki gerilimin de canlı bir fotoğrafı.

Kısa bir arka planla başlayalım. Dürzilik, 11. yüzyılda Şii İsmaililikten ayrılan bir inanç. Adını Muhammed bin İsmail el-Derezi’den alıyor. El-Derezi, Fatımi Halifesi El-Hakim’in Tanrı olduğuna inanıyordu. El-Hakim 1021’de bir anda ortadan kaybolunca, Dürziler onun kıyamet günü adaleti getirmek için geri döneceğine inandılar. Ardından gelen Halife El-Zahir bu düşünceyi reddetti, Dürzilere baskı uyguladı; onlar da Lübnan ve Suriye’nin dağlık bölgelerine çekildi. Bugün de Suriye’de nüfusun küçük ama etkili bir kısmını oluşturuyorlar; Lübnan, Ürdün ve İsrail’de de güçlü Dürzi topluluklar var.

Osmanlı ile ilişkileri inişli çıkışlıydı. Bazen isyan, bazen sıkı işbirliği. Sarayla arası iyi olan güçlü Dürzi aileler de vardı; Arslanlar ve Canbolatoğulları gibi. İşte bizim hikâyemiz de bu Arslan ailesinin içinden çıkıyor.

Necla, 1869’da Cebel-i Lübnan’da doğuyor. Arslanların kızı. Babası Halil Arslan, Dürzi reislerinden Emir Ahmet’in tek oğlu. Pek siyasetle işi yok; ticaretle uğraşıyor. Ailenin asıl reisi ise amca Mustafa Arslan. Genç yaşta Şam, Beyrut ve İstanbul’da hatırı sayılır bir nüfuz kazanmış, sert mizacıyla tanınan, rakip Canbulat ailesine karşı Arslanların gücünü pekiştirmiş bir isim.

Dürziler arasında da eskiden bizim coğrafyamızda da olduğu gibi “beşik kertmesi” adeti var. Daha çocukken, ileride evlendirilecekleri kişi aileler arasında belirleniyor. Necla da bu gelenekten nasibini alıyor; Mustafa Arslan’ın oğlu ile ileride evlendirilmek üzere “ayrılmış” durumda. Babası Halil ise kızına çok düşkün; ona “ciğerparem” diye hitap ediyor.

Halil’in bir hayali var: Kızının iyi eğitim alması. Bunun için Necla’yı Beyrut’ta Lazarist rahibelerin açtığı bir Fransız misyoner okuluna gönderiyor. Bugün bile pek çok aileyi sarsabilecek bir karar; o günün Lübnan’ında düşünün. Ailede homurdanmalar başlıyor. Fakat asıl fırtına daha kopmamış durumda.

Çünkü Necla orada, belki en “yapmaması gereken” şeyi yapıyor: Âşık oluyor.

Okulun yakınlarındaki bir Fransız Cizvit mektebinde okuyan, yine Arslan ailesinden Emin Macid’e. Emin de ona âşık. Yıllar geçiyor ama bu duygular sönmüyor. 1893 yılına gelindiğinde, Necla 24, Emin 25 yaşındayken evlenmeye karar veriyorlar. Bugün için sıradan bir karar gibi görünse de, o günün Cebel-i Lübnan’ında açıkça töreye meydan okumak demek bu.

Beşik kertmesini, ailelerin önceden yaptığı anlaşmayı yok sayıyorlar. Baba Halil, kızına çok düşkün olmasına rağmen öfkeden deliye dönüyor. Ama asıl hedefi, onu “asi” yaptığını düşündüğü misyoner okullar. Emin’i “Frenkmeşrep” yapan, kızını ailesine karşı isyana sürükleyen, zihinleri ve dinleri değiştirmek isteyen bu yabancı okullar olduğu kanaatinde. Amca Mustafa Arslan’ın öfkesi ise çok daha sert. Çünkü bu, sadece oğluna karşı yapılmış bir haksızlık değil; kendi otoritesine de açık bir başkaldırı.

Necla eve kapatılıyor. Tehdit, baskı, ikna çabaları… Aile, genç kadını bu aşktan vazgeçirmeye çalışıyor. Ama Necla sonunda bir fırsatını bulup kaçıyor ve tek sığınak olarak gördüğü yere, Lazarist rahibelerin manastırına gidiyor.

Derken söylentiler yayılıyor: “Hıristiyan olacaklar, Fransa’ya kaçacaklar.” Mustafa Arslan paniğe kapılıyor ve olayı yükseltiyor. Cebel-i Lübnan mutasarrıfı, Latin Katolik kökenli Naum Paşa’ya başvuruyor. Naum Paşa, jandarmalarla birlikte baba Halil ve anneyle Necla’yı manastırdan aldırıp Mustafa’nın evine geri getirtiyor. Emin ise Şuf’a bir daha ayak basmaması için tehdit ediliyor.

Burada hikâye bireysel aşktan çıkıp, devlet–aile–yerel güç üçgenine evriliyor. Cebel-i Lübnan’da derdine çare bulamayan Emin, bu kez İstanbul’a, sadrazama bir şikâyet mektubu yazıyor. Mektubunda şeriata uygun şekilde evlenmek istediğini, sevdiği reşit yaştaki Necla’nın kanunsuz biçimde bir eve kapatıldığını anlatıyor. “Adalete önem veren bir hükümdarın devrinde buna izin verilemez” diye ekliyor.

İsteği şu: İstanbul, Beyrut’a emir göndersin ve Necla güvenli bir yere yerleştirilsin. Babıâli meseleyi ciddiye alıyor, fakat çözümü yine Naum Paşa’ya bırakıyor. Naum Paşa ise şeriat, Dürzi töreleri ve Arslan ailesinin nüfuzu arasında sıkışmış durumda; işi ağırdan alıyor. Mustafa Arslan bu arada Necla’yı daha da uzak bir çiftliğe kapatıyor.

Burada devreye hikâyenin en çok iç yakan kısmı giriyor: Padişah’a telgraf.

Necla, kapatıldığı yerden İstanbul’a, doğrudan II. Abdülhamid’e bir telgraf göndermeyi başarıyor. 25 Nisan 1894 tarihli bu telgrafta şöyle sesleniyor:

“25 yaşındayım ve aklı başında bir yetişkinim. Buna rağmen istemediğim bir adamla nikâhlanmam için ailem tarafından bir süredir baskı yapılıyor. Bu yüzden hayatımı karartan eza ve cefalara uğruyorum. Bu baskılardan kurtarılmam için merhametli Padişah’ımdan başka sığınağım, tutunacak dalım kalmadı. Bu gaddar muamelenin araştırılması ve şeriat ile kanun çerçevesinde işlem görmem için Beyrut vilayetine irade-i seniye gönderilmesini rica ediyorum.”

Düşünün: Cebel-i Lübnan’da bir Dürzi kızı, imparatorluğun en tepesine sesleniyor. Ailesine, aşirete, töreye, yerel idareye karşı, “Ben reşitim, beni dinleyin” diyor. Bu telgrafın kendisi bile tek başına bir toplumsal tarih belgesi.

Bu kez İstanbul daha ciddi adım atıyor ve görevi Beyrut valisi Halil Halit Paşa’ya veriyor. Ama o da Mustafa Arslan’ı karşısına almak istemiyor. Tam bu sırada o korkunç sahne yaşanıyor.

Mustafa Arslan, dört adamını ve jandarmayı Necla’nın kaldığı yere gönderiyor. Adamlar Necla’ya, “Emin’i yakaladık; fikrini değiştirmezsen onu öldüreceğiz” diyor. Necla geri adım atmıyor. Adamlar dışarı çıkıp havaya ateş ediyor, sonra üzerinde kurşun deliği olan bir fes ve kanlı bir mendille içeri dönüyorlar: “İşte nişanlının kanı, işte onun fesi. Onu öldürdük. Artık zorla da olsa Emir Mustafa’nın oğluyla evlenmeyi kabul edeceksin.”

Necla o anda aklını yitiriyor. Adamların üzerine saldırıyor, kriz geçiriyor. Haber Naum Paşa’ya ulaşıyor, artık o da “idare edilebilecek” bir durum olmadığını görüyor. Jandarmayla Necla’yı Mustafa’nın evinden aldırıyor. Emin’i buluyor ve soruyor: “Hâlâ bu kızla evlenmek istiyor musun?” Emin’in cevabı net: “Evet.” Baba Halil de istemeye istemeye bu evliliği kabul ediyor.

Fakat bu kez önlerine bambaşka bir engel çıkıyor: Şuur.

Kadı Şeyh Yusuf Efendi, Necla’da akıl sağlığı bozukluğu tespit ediyor. Bu, dinen evliliğe engel. Ailenin hekimi Dr. Hippolyte de Brun da aynı kanaatte. Necla, Soeurs de Charite Fransız Kadın Hastanesi’ne yatırılıyor. Hastane Lazarist rahibeler tarafından yönetiliyor; Halil Arslan’ın misyonerlerden zaten nefret ettiğini hatırlayın. Baba, “kızımı orada bırakmam” diye diretiyor. İngiliz Church Missionary Society’nin hastanesi bir alternatif ama Halil’in kafasında başka bir plan var: Kızını İstanbul’a götürmek.

Babıâli’ye soruluyor: “Necla İstanbul’a getirilebilir mi?” Cevap gecikmiyor: “Gönderin.”

Bu noktada sahne Dolmabahçe ve Yıldız’a taşınıyor.

Necla İstanbul’a geliyor ve tedavisiyle bizzat Sultan II. Abdülhamid ilgileniyor. Hastane masrafları devlet bütçesinden karşılanıyor. Fakat Necla’nın durumu ağır; bağırmaları ve insanlara saldırmaları yüzünden hastaneler bile onu kabul etmek istemiyor. Uzun, çok uzun bir süreç yaşanıyor. Üç yıl süren tedavinin sonunda, 1896’da Necla nihayet taburcu ediliyor.

Peki sonra? Masalların “ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” kısmı geliyor mu? Gelmiyor.

Necla’nın babası Halil Arslan bir süre daha ailesiyle İstanbul’da kalıyor. Kızının yaşadıkları için misyonerleri suçluyor, “tek bir kişiyi dinlerinden çevirmek için herşeyi yaparlar” diyor. Cebel-i Lübnan mutasarrıfı Naum Paşa’yı da misyonerlerin işbirlikçisi olmakla itham ediyor. Oysa Sadrazam Halil Rıfat Paşa’ya göre Naum Paşa, çok kültürlü Lübnan’ı dengeli yöneten itibarlı bir isim; şikâyet mektubu rafa kaldırılıyor.

Ve hikâyenin en acı cümlesine geliyoruz: Necla ve Emin, tüm bu badirelere rağmen evlenemiyor.

Emin Macid, yetenekli bir yazar oluyor. Jön Türk hareketine katılıyor, Paris’e gidiyor. “Keşfü’l-Nikap / Peçeleri Kaldırmak” adlı bir gazete çıkarıyor. Sonra II. Abdülhamid’in muhaliflerine sıkça sunduğu “uzlaşma tekliflerinden” biri ona da yapılıyor; Osmanlı Dışişleri’nde görev alıyor. Brüksel ve Paris elçiliklerinde çalışıyor.

Daha sonra Buenos Aires elçisi olarak atanıyor. Fakat iktidara gelen İttihatçıların Türkçülük politikalarıyla uyuşamıyor, görevden alınıyor ama Arjantin’de kalmayı tercih ediyor. Bir Arap milliyetçisi olarak yaşıyor, Arjantin’e giden Arap göçmenlere yardım ediyor. 1943’te orada, hiç evlenmeden hayatını kaybediyor.

Necla ise Lübnan’a dönüyor. O da hiç evlenmiyor. 1935’te vefat ediyor. Aşkları, “kavuşamamanın” simgesi olarak hafızalarda yerini alıyor.

Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı’ya göre, Sultan 2. Abdülhamid’in bu meseleye bu kadar yakından eğilmesinin, Necla’yı İstanbul’a getirip tedavi ettirmesinin arkasında sadece “iyi yönetici” refleksi olmayabilir diyor. Bir de “baba” refleksi var.

Çünkü Abdülhamid’in hayatında çok büyük bir yara var: Kızı Ulviye Sultan.

Ulviye, 1868 doğumlu. II. Abdülhamid ile Nâzikedâ Kadınefendi’nin ilk çocuğu. Dolmabahçe’de yeni icat kibritle oynarken elbisesi tutuşuyor ve henüz sekiz yaşında, yanarak hayatını kaybediyor. Ulviye Sultan, Yeni Camii Cedit Havatin Türbesi’ne defnediliyor. Bu olay padişahı ve eşini derinden sarsıyor.

Kızı Ayşe Sultan, hatıralarında babasının Ulviye’den bahsederken “Allah hiçbirinizin acısını göstermesin, fakat Ulviyem’i hiçbir zaman unutmayacağım, acısı kalbimi yakıyor” dediğini aktarıyor. Saray nedimelerinden Leyla Açba da Nâzikedâ Kadın’ın her akşam yatağına giderken, “Arslanım Ulviyem” diyerek ağlayarak uyuduğunu anlatıyor.

Şimdi bu tabloyu bir araya getirelim:

Bir yanda Lübnan dağlarında aşkı yüzünden aklını yitirecek hâle gelen genç bir kadın.

Diğer yanda kızını bir yangında kaybetmiş, çocuk yaşta yetim kalmış bir padişah.

Belki Abdülhamid, Necla’nın telgrafını sadece bir “Dürzi ailesi krizi” olarak okumadı. Belki orada, kendi Ulviyesi’ni de gördü; evlat acısını, yarım kalmış bir çocukluğun izini… Engin Akarlı’nın ima ettiği gibi, Necla’yı himaye etmesinin arkasında, devlet adamlığının yanı sıra bastırılamayan bir baba refleksi de olabilir.

Necla ile Emin’in hikâyesi böylece sadece kavuşamayan âşıkların trajedisi olmaktan çıkıyor. Çok kültürlü Osmanlı dünyasını, merkez–taşra ilişkilerini, misyoner okullarına duyulan kuşkuyu, töre–birey çatışmasını, II. Abdülhamid’in iktidar anlayışını ve aynı zamanda onun kırılgan bir baba olarak yüzleştiği acıyı birlikte gösteren bir merceğe dönüşüyor.

Sonuçta ne Necla ne Emin muradına erdi. Ama geride, Sultan 2. Abdülhamid’in gölgesinde kalan, kolay kolay unutulmayacak bir aşk hikâyesi bıraktılar.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r