23 Haziran 1941 akşamı Mersin’den ayrılan 40 yaşındaki Refah şilebi, kömür tozuna bulanmış güvertesi, yetersiz kamaraları ve eksik can kurtarma düzenekleriyle İkinci Dünya Savaşı’nın en tehlikeli sularına uğurlandı. Türkiye savaşta resmen tarafsızdı, güverteye dev Türk bayrakları yapıştırılmıştı, ama bu işaretler Refah’a saldırıyı önleyemedi. Saat 22.30’da saldırı oldu, patlama meydana geldi. Refah dört saat direndi ve Akdeniz’in karanlığına gömüldü; 169 canımızı orada bıraktık.
Arka planı hatırlayalım. 18–19 Haziran’da Ankara, Berlin’le bir dostluk anlaşması imzaladı; gazeteler “denge siyasetinin” iki yüzünü aynı sayfada taşıdı: Almanlarla sıcak mesajlar, İngiliz Kralı’na nezaket telgrafı. İngilizler, Türkiye’ye Burak Reis, Murat Reis, Oruç Reis ve Uluç Reis denizaltılarını teslim edecekti. Türk askeri personeli de denizaltıların teslimi için, Mersin’den hareket edip Mısır’ın Port Said limanı üzerinden İngiltere’ye gidecekti. Kâğıt üzerindeki plan buydu. Sahadaki gerçek ise farklıydı. Refah, uzun yol için uygun olmayan, 102 metre boyunda yaşlı bir şilepti. Üzerinde iki kamara vardı, iki yüz kişiye ne yatak yetiyordu ne tuvalet. Askerler Mersin’de kendi paralarıyla şezlong yaptırdı. Hatta bir ara gemiye krom yüklenmek istendi, “çocuklarımızın bindiği gemide krom olmaz” uyarısıyla vazgeçildi. Bu bile başlı başına bir alarm ziliydi.

Sonrası dram. Gece 22.30’da Refah’a saldırı oldu, patlamayla sarsıldı gemi. Patlamanın ardından telsiz sustu, elektrik kesildi. İki filikadan biri havaya uçtu, diğeri mataforası çalışmadığı için güverte hizasına gelene kadar beklemek zorunda kaldı. Komutanlar harita ve pusula verdi, bir filika dolusu asker dalgalarla boğuşa boğuşa 20 saat kürek çekip Adana-Karataş kıyısına ulaştı. Ülkede haber iki gün sonra çıkabildi: “Mersin’den İskenderiye’ye giden bir Türk vapuru batırıldı.” Yolcuların kim olduğu, görevin ne olduğu yazılmadı. İnönü hipodromda görüldü, kabotaj bayramı kutlandı. Sonra Meclis’te öfke patladı; sert konuşmalar, istifa talepleri, soru önergeleri. Soruşturma açıldı, “dış patlama” tespitiyle teknik rapor kapatıldı. Bazı bürokratlar yargılandı ve aklandı. Olan, Akdeniz’de kalanlara ve evlerinde siyah yaz tutan ailelere oldu.
Peki fail kimdi? Yıllarca dört ihtimal konuşuldu. Birincisi, Vichy Fransası. Kurtulanların sabah alçaktan uçan bir Fransız uçağını görmesi ve Beyrut’ta “biz yaptık” diye övünen subaylardan söz eden gayriresmî anlatılar bu şüpheyi besledi. Net belge yoktu. İkincisi, İngilizler. Gerekçe şuydu: Türkiye’nin Almanya ile imzaladığı pakt Londra’yı kızdırmış olabilir; denizaltı teslimini geciktirmek için operasyon yapılmış olabilir. Fakat gemide bir İngiliz subayın varlığı ve denizaltıların sonradan teslim edilmesi bu iddianın altını epey boşaltır. Üçüncüsü, İtalyan sabotaj timleri. Sualtı komandosu Ferraro’nun Mersin-İskenderun hattındaki sabotajları biliniyor, ama Refah’a dair kendi kayıtlarında bir atıf yok. Kronoloji ve yöntem de tam örtüşmüyor.

Dördüncü tez ise bugün en güçlü halka: İtalyan denizaltısı Ondina. İtalya Savunma Bakanlığı’nın sayfalarında, Ondina’nın 20 Haziran 1941’de Akdeniz’de, 36.08 kuzey 34.44 doğu koordinatlarında Türk bayraklı bir gemiyi torpido ile batırdığına dair kayıt yayımlandı. Komutan olarak Corrado Dal Pozzo görülüyordu. Evet, Refah 23 Haziran akşamı battı; tarihler tam örtüşmüyor. Ama denizde harp günlüklerinin saat ve gün kaydırması, hedefin yanlış kimliği, raporun sonradan düzeltilmemesi gibi vakalar istisna sayılmaz. Önemli olan, ilk kez “Türk bayraklı bir gemiyi biz vurduk” diyen resmî bir satırla karşılaşmış olmamız. Kayıt 2008’de siteden kaldırıldı, ama bu geri çekiliş, ortaya konan iz’i ortadan kaldırmıyor; tersine, ciddiye almayı gerektiriyor.
Burada adını koymamız gereken ikinci gerçek, failin kimliğinden bağımsız bir iç kusur tablosu. Refah doğru seçilmiş bir gemi değildi. Silahsızdı, korumasızdı, telsizi zayıftı. Konvoy yoktu, muhrip refakati yoktu. Mersin’den gece saatinde “düşman denizaltı ve uçaklarının cirit attığı” bir rotaya tek başına çıkarıldı. Eğer asker dolu bir gemiyi savaş koşullarında denize gönderiyorsanız, minimum standartlar bellidir: sağlam gövde, çalışır haberleşme, yeterli can kurtarma donanımı, mümkünse refakat. Bunların çoğu yoktu. Dış saldırı ve iç ihmal… İkisi birlikte 169 can aldı.

Bugün elimizde iki emanet var. Biri Beşiktaş Deniz Müzesi’ndeki Refah filikası. Diğeri Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bahçesindeki anıt ve her 28 Haziran’da bir araya gelen ailelerin hafızası. Bu iki emanet bize şunu söylüyor: Faili işaret etmek yetmez, dersi almak zorundayız. O ders, “dışarıdan gelen kötülük” masalından ibaret değil; “içeride yapılmayanlar”ın ağır muhasebesidir.
Refah, bir torpidonun izine indirgenemeyecek kadar büyük bir hikâye. Evet, İtalya’nın kaydı güçlü bir kapıyı aralıyor; muhtemelen 169 şehidin hesabı Akdeniz’in altındaki bir İtalyan izine çıkıyor. Ama adalet, yalnızca failin adı değildir. Adalet, o faciayı mümkün kılan zaaflarla yüzleşmek ve “bir daha asla” diyecek kurum kültürünü yerleştirmektir. Anma törenleri çok önemli, doğru. Ancak benzeri faciaların bir daha yaşanmaması için gerekli tedbirlerin alınması, en az törenler kadar önemli. Dosyayı kapatmanın tek yolu budur: Refah’ı doğru adla anmak, ihmali doğru cümleyle yazmak ve denizdeki her Türk bayrağının arkasını, kâğıt üzerinde değil, gerçekte güvenceye almaktır.
ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025ESKİŞEHİR
14 Kasım 2025
1
Faruk Güler için partilerinden istifa ettiler
2
Altan Gördüm, Eskişehirli tiyatro severlerle buluştu
3
Eskişehir Kamp, Karavan, Tiny House ve Doğa Sporları Fuarı Yoğun İlgiyle Başladı
4
Eskişehir’in O ilçesinde Hobi Bahçesi başvuruları başlıyor
5
Eskişehir’de Magandalar Mahallelinin Huzurunu Kaçırıyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.