ATATÜRK’ÜN İMZASIYLA BAŞLAYAN 93 YILLIK HİKÂYE

Eski Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin Cizre'de katıldığı sempozyumdan yansıyan görüntüler, günlerdir Türkiye gündeminin ilk sıralarında. Barzani'nin ağır silahlı ve tam üniformalı koruma ekibi olan Peşmergelerin görüntüleri, büyük tartışma kopardı. Konu öyle bir görüntü ile ele alınıp değerlendirilebilecek kadar basit değil. O görüntülerin arka planında, Atatürk’ün imzasıyla başlayan 93 yıllık bir süreç var.

Mesut Barzani’nin korumalarının Türkiye’de görüntülenmesiyle başlayan tartışmayı anlamak için geriye, 1932 yılının sıcak bir Haziran gününe dönmek gerekiyor. Çünkü bugünün siyasetini sarsan reflekslerin kökleri, yaklaşık bir asır önce Türkiye sınırına dayanan yorgun bir kafilede saklı. O gün, İngiliz bombardımanından kaçan genç bir Kürt aşiret reisi, Mustafa Barzani, ailesi ve yaklaşık 200 kişi Türkiye’ye sığınma talebinde bulundu. Ve Ankara’da verilen karar, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendiren bir dönüm noktası hâline geldi.

Bu hikâyeyi doğru bir yere koyabilmek için önce 2017’ye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumuna bakmakta fayda var. Sandıktan çıkan yüzde 92’lik “evet” sonucunun ardından Mesut Barzani zaferini ilan etmişti. Fakat yalnızca 72 saat sonra rüzgâr tersine döndü: Irak ordusu Kerkük’e girdi, bölgenin kontrolü değişti, İran sınır kapılarını kapattı, ABD desteğini geri çekti. Ve Barzani ailesi, 1975’te Molla Mustafa Barzani’nin yaşadığı yalnızlığın neredeyse aynısıyla yüzleşti. Bu çarpıcı paralelliğin başlangıç noktasında ise Türkiye’nin 1932’de aldığı insani ve stratejik karar duruyordu.

O yıl, Irak’ın kuzeyindeki Barzan bölgesi İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin ağır bombardımanına maruz kalmıştı. Aşiret köyleri yerle bir olurken, Şeyh Ahmet ve kardeşi Mustafa Barzani hayatta kalabilmek için dağların arasından Türkiye sınırına yöneldi. Geliş sebepleri sadece can güvenliği değildi; İngiliz mandası altındaki Irak’ın merkezileşme politikaları aşiret düzenini tehdit ediyor, Barzani ailesi otoritenin baskısını hissediyordu. Savaştıkları güç artık yalnızca Irak devleti değil, modern askeri teknolojinin yarattığı yeni savaş gerçekliğiydi. Bombardımanın yarattığı şok, onları en yakın güvenli bölgeye—Türkiye’ye—sığınmaya itti.

Türkiye’ye geçtiklerinde Ankara’da ciddi bir değerlendirme yapıldı. Karşılarında yorgun bir grup kadın, çocuk, yaşlı ve aşiret mensubu vardı. Fakat konu sadece insani bir mesele değildi. Türkiye, Musul meselesinin ardından bölgenin akışını yakından izliyordu. İngiltere’nin Irak üzerindeki etkisi, Türkiye’nin güney sınırı için belirleyiciydi. Bu nedenle Barzanilerin Türkiye’ye sığınma talebi, sadece merhamet değil, diplomasi, güvenlik ve geleceğe dönük strateji açısından da ele alınmak zorundaydı.

Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü liderliğinde yapılan toplantıda karar netleşti: Barzani aşiretine kapılar açılacaktı. Fakat bu kabul koşulsuz bir serbestlik sunmuyordu. Aşiretin dini-siyasi lideri Şeyh Ahmet Ankara’ya götürülecek, genç Mustafa Barzani ve diğerleri Erzurum ve çevresine yerleştirilecekti. Devlet onların temel ihtiyaçlarını karşılayacak, fakat hareketlerini gözetim altında tutacaktı. Böylece Türkiye, hem insani bir duruş sergiliyor hem de bölgedeki hassas dengeleri korumaya çalışıyordu.

Erzurum günleri, Mustafa Barzani için hayatının en dönüştürücü evrelerinden biri oldu. Dağlarda savaşarak büyümüş bir aşiret lideri adayı, burada modern bir devlet örgütlenmesini yakından gözlemledi. Düzenli bir ordu, kurumsal bir yapı, hukuk düzeni, karmaşık bir coğrafyada bir ulusun nasıl bir arada tutulabileceği… Barzani, Türkiye’nin Kürt vatandaşlarıyla kurduğu ilişkiyi de gördü. Elbette gerginlikler vardı; henüz Şeyh Sait İsyanı’nın ardından yalnızca birkaç yıl geçmişti. Ancak aynı zamanda günlük hayatta bir arada yaşama kültürünün varlığını hissetti.

Bu dönem, Barzani’nin zihninde önemli soru işaretleri bıraktı: Güç sadece silah ve aşiret bağlılığıyla mı sağlanır, yoksa örgütlenme, eğitim, disiplin ve hukuk mu uzun vadeli bir yapı yaratır? Bu soruların cevabını ararken diplomasiyle de tanıştı. Çünkü aynı günlerde Ankara, İngiltere ve Bağdat’tan gelen diplomatik baskıları idare etmek zorundaydı. Türkiye hem Barzanileri koruyor hem de uluslararası gerilimi büyütmemek için dengeli bir politika izliyordu. Bu hassas denge Barzani’nin gözünde Türkiye’yi güçlü ve ihtiyatlı bir aktör olarak konumlandırdı.

1933’te Irak’ta siyasi değişim yaşanıp genel af ilan edilince Barzani ailesinin geri dönmesi kararlaştırıldı. Ayrılırken Barzani’nin Atatürk’e teşekkürlerini ilettiği kayıtlarda geçer. Erzurum’da öğrendikleri ise onun sonraki tüm mücadelelerinde zihin haritasını etkiledi. Nitekim 1940’lar ve 1950’lerdeki isyan girişimlerinde, Mahabad deneyiminde, Sovyetlere sığınışında hep örgütlü mücadele fikrini ön planda tuttu.

Barzani’nin Sovyetler Birliği’nde geçirdiği 11 yıl, Soğuk Savaş’ın keskin gerçekliklerini anlamasını sağladı. Büyük güçlerin müttefiklerini nasıl kullandığını, sonra da nasıl terk ettiğini yakından gördü. 1958 darbesiyle Irak monarşisinin yıkılması ve yeni yönetimin Barzani’yi geri çağırması, onun siyasi bir figüre dönüşmesinin başlangıcıydı.

1960 ve 70’lerde Türkiye ile Barzani arasındaki ilişkiler karmaşık ama karşılıklı ihtiyaçlara dayalı bir yapıya büründü. Türkiye bir yandan Irak’ın toprak bütünlüğünden yana duruyor, diğer yandan Sovyet etkisini dengeleme amacıyla bölgesel aktörlerle teması sürdürüyordu. Barzani ise 1932’de gördüğü iyi niyetin hatırasını korurken Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını öncelediğini biliyordu. Jeopolitik bir ortaklıkla duygusal hafızanın iç içe geçtiği bir ilişki doğmuştu.

1970’lerde Bağdat yönetimiyle yapılan özerklik anlaşması umut verici görünse de Kerkük’ün dışarıda bırakılması, Araplaştırma politikaları ve sahadaki değişiklikler çatışmayı tekrar ateşledi. Barzani bu kez ABD, İsrail ve İran desteğine güvenerek isyanı büyüttü. Fakat 1975 Cezayir Anlaşması ile tüm dış destek bir gecede kesildi. 72 yaşındaki Barzani dağlarda yalnız kaldı ve mücadeleyi durdurmak zorunda kaldı. Çevresi Türkiye’yi tekrar sığınma kapısı olarak önerse de o dönemki uluslararası dengeler Türkiye’nin bunu kabul etmesine imkân tanımıyordu.

Barzani, son yıllarında Türkiye’deki günlerini sık sık anlattı. Oğlu Mesut Barzani’nin Demirel’e aktardığı sözler onun duygusal hafızasını özetliyordu: “Tek güvenebileceğimiz millet Türklerdir.” Bu cümle, Türkiye’nin 1932’de attığı insani adımın Barzani ailesinde nasıl bir karşılık yarattığını gösteriyordu.

1990’larda Körfez Savaşı’nın ardından Kuzey Irak’ta oluşan yeni düzende Türkiye-KDP ilişkileri hızla gelişti. Ticaret köprüleri, enerji anlaşmaları ve PKK’ya karşı ortak güvenlik adımları bu işbirliğini güçlendirdi. Barzani’nin 1980’lerde PKK’ya kamp alanı sağlaması nedeniyle ciddi gerilimler de yaşandı. Ancak Barzani ailesinin Türkiye’ye ilişkin hafızasında 1932’deki karar hep bir referans noktası oldu.

Bugün 93 yıl geriye baktığımızda, Atatürk’ün o gün attığı imzanın sadece bir sığınma izni olmadığını görüyoruz. Bu karar, Ortadoğu’nun sürekli değişen güç dengeleri içinde Türkiye’nin nasıl bir aktör olacağını belirleyen sembolik bir eşikti. İnsani bir jest, uzun vadeli bir diplomatik sermayeye dönüştü. Barzani ailesiyle Türkiye arasındaki ilişki bazen uzaklaştı, bazen yakınlaştı; fakat hiçbir zaman tamamen kopmadı. Çünkü coğrafya değişmedi, komşuluk ilişkileri değişmedi.

Tarihten çıkarılacak en temel ders belki de şudur: Büyük güçler gelir geçer; stratejik dengeler değişir; fakat komşuluklar, hafızalar ve insani jestlerin bıraktığı izler kalıcıdır. 1932’deki o imza bugün hâlâ konuşuluyorsa, bunun nedeni yalnızca diplomasi değil, aynı zamanda insanlık hâlidir.

https://youtu.be/VLek-EUYrOo?si=Z8Ca5bHE3UE8Wy4P
Benzer Videolar